Friday, April 30, 2010

Lost in Lotusland: Erte’s Hollywood Error


David Wolfe wonders why the great designer/illustrator failed in tinseltown.

It seems like a perfect situation. Embryonic Hollywood in the 1920’s on the look-out for talent to gild the lily, designers to glamorize the bevy of beauties becoming stars. Famous French designers who could deck the movie queens in costumes as lavish as could be imagined. Paris fashion, Hollywood hoopla...perfect match? It didn’t seem to work, though.Erte was already famous when he was summoned to Hollywood by M-G-M. His ornate, yet stylized and streamlined artwork graced the covers of Harper’s Bazaar and helped to visually define the era. Born Romain de Tirtoff in Russia, he was renowned for his extravagant Art Deco illustrations of women wearing astonishing creations, often dripping with beads and plumage. Though primarily an artist, Erte had worked as assistant to the great couturier Paul Poiret and designed costumes for the stage. He was a prime candidate for fame as a Hollywood designer.Erte’s initial attempt at designing for the movies was a total non-event. He was hired by William Randolph Hearst in 1919 to do sets and costumes for “Bal des Arts”, but the project fell through. Six years later, he hit town with maximum hype.The M-G-M publicity machine went into high gear to trumpet the arrival of Erte in 1925. He was treated like a star, installed in a hilltop house on Beechwood Drive in Hollywood, given a chauffeured limousine, two bi-lingual secretaries and was subjected to no fewer than 197 interviews with the press. Anticipation ran high because Hollywood costume at that time had very little to do with anything but pure fantasy and nobody was better at conjuring up incredible visions than Erte.However, the designs that seemed so delightfully bizarre and elegantly eccentric on paper just didn’t work. They overwhelmed the actresses who had to do more than strike poses in them. “Paris,” the film which was to have been his initial design project at M-G-M, was delayed due to script problems and he worked on three other films. “The Mystic” starred Aileen Pringle. He also created costumes for a masked ballet in “Dance Madness.” None of his designs, when realized, were as wonderful as his illustrations of them.Since then, other famous French designers tried to go Hollywood with varying degrees of success. Coco Chanel was another of M-G-M’s imports. She came, she saw, and didn’t much like the flashy vulgarity she saw. Audiences didn’t much like what she designed, either. Her little black dresses didn’t’ have enough pizzazz for the silver screen at that time. Elsa Schiaparelli didn’t come to Hollywood in person, but designed costumes for a Mae West movie. They were all re-designed by Edith Head. Marlene Dietrich, a devoted client of Christian Dior in her private life, wore his New Look creations in “Stage Fright” (directed by Alfred Hitchcock.) When Hubert de Givenchy’s couture creations were worn by Audrey Hepburn in “Sabrina,” it was a perfect match of star and designer. Their relationship upped the sophistication level of fashion in film. “Funny Face” is sublime, style-wise and “Breakfast at Tiffany’s” is the paramount paradigm of cinematic elegance.Today, glamorous fashion is seldom, if ever, seen in movies; it is only at The Golden Globes and the Academy Awards where stars parade and preen in creations by designers like John Galliano for Dior, Dolce & Gabbana, Oscar de la Renta and Karl Lagerfeld for Chanel. What a shame Erte died in 1990. His extravagant visions, dripping with pearls and swathed in furs, would finally find their perfect place on the Red Carpet of today.

Longing... Özlem...


Özlenenin de özleyeni özlemesini istemektir biraz da özlem.Onun da sizi özlediğini bildiğinizde özleminiz dineceğine harlanır. Zaman kimi koşullarda özlemi azaltırken kimi koşullarda da güçlendirir. Artık var olmayan birine duyulan özlemin zamandır ilacı. Her geçen gün özleminiz sizi daha az etkileyerek ama varlığını sürdürerek bir yerinizde ince bir sızı gibi, hali hazırda alevlenmeyi bekleyen bir kıvılcım gidi durur. Çok tehlikeli değildir ama kontrol altında tutamadığınız zamanlarda tüm kanınıza yayılabilecek kadar da yakıcı olabilir.Özleminizi yönelttiğiniz ‘O’ hala varsa ve onun sizden uzakta varlığını sürdürdüğü bilincindeyseniz zaman tuz basar yaralarınıza. Belki akan kan durur ama sızınız hiç dinmez. Her geçen saat özleminizi arttırır.O uzaktaysa özleminiz zamanla doğru orantılı olarak artmaya devam ederken dayanma noktanızda kilitlenmiştir artık. Uzakta olan O’nu özlersiniz, geleceği umuduyla özleminizi dizginlersiniz. Onun geleceği zaman yaklaştığında, geleceğine dair bilgiyi aldığınızda özleminiz azalacağına artar bu seferde. Dineceğine coşar. Mesafe azaldıkça özlem tırmanır, kavuşma zamanı kısaldıkça doruğa ulaşır. Özleyerek beklediğiniz O geliyordur artık. Hem de sizi özlediği için. Özlem kendini tamamlamıştır. Sizden da bağımsızdır şimdi. Özgürleşen özlem zaferini kutluyordur artık. Özlenen “O” özleyenine geliyordur. Ya da özleyen özlemini dindirmek için özlenene doğru yoldadır. Bu özlemin zaferidir işte. Burada her şey karışır,unutulur, birbirine girer birbirini tamlar, bütünler. Sadece özlem vardır dimdik ayaktadır.Ve “O”kapıdadır…

Saturday, April 24, 2010

Alex Gertschen & Felix Meier 13 QUEENS













Trainspotting....






1996 yılında Danny Boyle tarafından yönetilen ve Irvine Welsh' in yazdığı aynı isimli romandan sinemaya uyarlanan bir filmdir.Film Edinburgh' da yaşayan bir grup eroin bağımlısı genç ve onların hayatlarından bir pasajı anlatır. Filmin ana karakterlerini oynayan oyuncular; Ewan McGregor (Mark Renton rolünde), Ewen Bremner (Spud Murphy rolünde), Jonny Lee Miller (Sick Boy rolünde), Kevin McKidd (Tommy rolünde), Robert Carlyle (Begbie rolünde) ve Kelly Macdonald (Diane rolünde). Yazar Irvine Welsh' unda filmde, uyuşturucu satıcısı olarak kısa bir rolü vardır.Senaryo Walsh' ın romanından John Hodge tarafından uyarlandı. Film konu olarak uyuşturucu ile alakası olmayan train spotting (demiryolları ve trenlerle alakalı özel ilgiye sahip insanlar) isimli hobiye bir gönderme yapmamaktadır. Filmin adı doğrudan orijinal kitaptaki bir olaya, Begbie ve Renton' nın, Begbie' nin yoksul babasına Leith Merkez tren istasyonunda rastlamalarına dayanmaktadır. Baba onlara (zayıf ama espirili bir şekilde) trainspotting olup olmadıklarını soruyor.Film, İngiltere, Avustralya ve ABD gibi ülkelerde insanları uyuşturucuya özendirip özendirmediği konusunda tartışmalara yol açmıştır. Amerikalı senatör Bob Dole filmi daha önce hiç seyretmemiş olduğunu kabul etmesine rağmen, 1996 Amerikan başkanlık seçimi kampanyaları boyunca filmin ahlaki bozukluğunu ve uyuşturucu kullanımını yüceltiğini söyleyerek kötülemiştir. Tüm tartışmalara rağmen, film yaratıcılığı açısından övgüler almış ve aynı yıl içinde En İyi Senaryo Uyarlama dalında Akademi Ödüllerinde aday olarak gösterilmiştir. 1999 yılında film İngiltere' de BFI poll' da onuncu oldu ve 2004 yılında Total Film isimli dergi tarafından tüm zamanların en iyi dördüncü İngiliz filmi olarak gösterilmiştir.

The Birth of Venus











Martin Creed, Work No. 275: SMALL THINGS, 2003

Tom Hunter, Diana and Actaeon, 2008

Paul McCarthy & Jason Rhoades - Plug!!!!!


Serge Poliakoff